Giriş: O Bitmeyen Miras Davaları
Türkiye’de hemen her ailenin gündemine bir gün mutlaka giren bir konu vardır: dededen kalma bir tarla, bir arsa veya eski bir evin paylaşımı. Kâğıt üzerinde basit gibi görünen bu süreç, gerçek hayatta neden yıllarca süren, hatta nesiller boyu devam eden karmaşık davalara dönüşür? Birçok kişi bu durumu sadece aile içi anlaşmazlıklara bağlasa da, meselenin ardında son derece teknik ve şaşırtıcı hukuki kurallar yatar. Bu yazıda, miras paylaşım davalarını bir labirente çeviren ve çoğu zaman gözden kaçan en önemli beş gerçeği, herkesin anlayacağı bir dille ele alacağız.
1. Görünmez Ortak Kuralı: Tek Bir Mirasçı Eksikse, Dava Yıllar Sonra Başa Dönebilir
Ortak bir mülkün paylaşılması için açılan davalarda (hukuki adıyla “ortaklığın giderilmesi” davası) en temel ve en katı kural “taraf teşkili” zorunluluğudur. Bu kural, basitçe şunu ifade eder: Payı ne kadar küçük olursa olsun, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, tapuda adı geçen tüm hissedarların ve eğer aralarında vefat edenler varsa onların da tüm yasal mirasçılarının eksiksiz olarak davaya dahil edilmesi gerekir.
Bu zorunluluk, Anayasa ile güvence altına alınan “hukuki dinlenilme hakkı” yani herkesin kendisiyle ilgili bir davada söz söyleme ve kendini savunma hakkından kaynaklanır. Eğer yüzlerce mirasçısı olan bir tarlada, sadece bir kişi bile unutulur veya davadan haberdar edilmezse, yıllarca süren yargılama sonunda verilen karar Yargıtay tarafından bozulur ve dava en başa döner. Bu durum, davaların neden bu kadar uzun sürdüğünü açıklayan en temel sebeplerden biridir.
Paydaşlığın giderilmesi davasını paydaşlardan biri veya birkaçı diğer paydaşlara karşı açar. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 27. maddesi uyarınca davada bütün paydaşların yer alması zorunludur. Paydaşlardan veya ortaklardan birinin ölümü halinde alınacak mirasçılık belgesine göre mirasçılarının davaya katılmaları sağlandıktan sonra işin esasının incelenmesi gerekir.
2. “Bu Evi Ben Yaptım” Demek Yeterli Değil: Muhdesat Aidiyeti ve Değer Paylaşımı
Ortak mülkiyetle ilgili en yaygın yanılgılardan biri, ortak arsa üzerine kendi parasıyla ev yapan kişinin, arazinin de sahibi olacağını düşünmesidir. Hukuk bu durumu farklı bir şekilde ele alır. Arsa üzerine bir paydaşın kendi emeği ve parasıyla yaptığı ev, depo, ahır veya diktiği ağaçlar gibi kalıcı eklentilere “muhdesat” denir.
Bu durumda, evi yapan kişi arazinin değil, sadece o yapının veya eklentinin sahibi sayılır. Ortaklık mahkeme kararıyla satılarak giderildiğinde, elde edilen toplam satış bedelinden önce bu yapıyı inşa eden kişiye “muhdesat bedeli” ödenir. Geriye kalan para ise arsa değeri olarak kabul edilir ve tüm ortaklar arasında tapudaki hisseleri oranında paylaştırılır. Örneğin, mahkeme, satış sonunda elde edilecek toplam bedelin belirli bir yüzdesinin (%8,92 gibi) muhdesat sahibi paydaşa, kalan bedelin ise tüm paydaşlara hisseleri oranında dağıtılmasına karar verir. Yani, “evi ben yaptım” demek, arazinin tamamına sahip olmak için yeterli değildir.
3. Söz Uçar, Yazı Kalır… Ama Bazen Yemin de İşe Yarar: İnançlı İşlemlerin İspatı
Özellikle aile içinde sıkça karşılaşılan bir durum vardır: Bir kişi, yurt dışında veya başka bir şehirde çalışarak kazandığı parayı bir aile üyesine gönderir ve onun adına bir mülk alınmasını ister. Ancak tapu, parayı gönderen kişi adına değil, mülkü alan aile üyesi adına tescil edilir. Hukukta bu duruma “inançlı işlem” denir.
Yargıtay, bu tür bir anlaşmanın varlığını ispatlamak için kural olarak tarafların imzasını taşıyan yazılı bir belge arar. “Söz uçar, yazı kalır” prensibi burada temel kuraldır. Ancak bu kuralın çok şaşırtıcı bir istisnası vardır. Eğer elinizde iddiayı tamamen kanıtlamasa da konuya işaret eden zayıf bir yazılı metin (“delil başlangıcı”) varsa, mahkeme tanık dinlenmesine izin verebilir. Daha da ilginci, ortada güçlü bir yazılı delil olmasa bile, davacı yemin deliline dayanmışsa, hâkim davacıya karşı tarafa “yemin” teklif etme hakkı olduğunu hatırlatabilir. Bu durum, resmiyete dökülmemiş aile içi anlaşmalarda hukukun nasıl hassas bir denge aradığını gösterir.
Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m. 225 vd.) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde hakimin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
4. “Kardeşimden Kira İsteyemez Miyim?”: Ecrimisil ve O Kritik İstisna
Ortak mülkün bir paydaş tarafından tek başına kullanılması durumunda, diğer paydaşların ondan bir tür “işgal tazminatı” veya halk arasındaki deyişle “kira” talep etmesi mümkündür. Ancak bu hakkın kullanılabilmesi için hukuken “ecrimisil” olarak adlandırılan bu talebin temel bir kuralı vardır: Tazminat talep eden paydaşın, öncelikle o mülkten yararlanma talebinin engellendiğini ispatlaması gerekir. Buna “intifadan men” koşulu denir. Yani, “beni eve sokmadın” veya “anahtarı vermedin” demeden, doğrudan “bana payıma düşen kirayı ver” demek hukuken mümkün değildir.
Fakat bu kuralın çok önemli ve yaygın bir istisnası bulunur. Eğer ortak mülk, dükkân gibi kiraya verilen veya fındık bahçesi gibi doğal ürün getiren ve kendiliğinden gelir sağlayan bir yer ise, “intifadan men” koşulu aranmaz. Bu tür mülklerde, diğer paydaşlar, mülkü kullanan ortaktan herhangi bir ihtar veya engelleme ispatına gerek kalmaksızın, doğrudan kendi hisselerine düşen geliri talep edebilirler. Bu ayrım, ortak mülkün niteliğinin haklarınızı nasıl temelden değiştirebileceğini gösteren kritik bir bilgidir.
5. Prosedür Labirenti: Ufacık Bir Hata Davayı Nasıl Sıfırlar?
Ortaklığın giderilmesi davalarının yıllarca sürmesinin en temel nedeni, karmaşık usul (prosedür) kurallarıdır. Davanın esasıyla ilgili olmasa bile, bu prosedürlerde yapılacak ufacık bir hata, Yargıtay’ın kararı bozması ve davanın en başına dönmesi için yeterli olabilir. İşte en sık karşılaşılan hatalardan bazıları:
- Yanlış Tebligat: Taraflardan birine tebligatın eski bir adrese veya usulüne aykırı bir şekilde yapılması, o kişinin savunma hakkını kısıtladığı için mutlak bir bozma nedenidir.
- Eski Tapu Kaydı: Kadastro yenilemesi gibi nedenlerle parsel numarası değişmiş ve “pasif” duruma düşmüş bir tapu kaydı üzerinden karar verilmesi. Mahkemenin, üzerinde hukuken işlem yapma imkânı kalmayan bu pasif kayıt yerine, mutlaka güncel ve “aktif” tapu kaydını esas alması gerekir.
- Bekletici Mesele: Ortak mülkün mülkiyet durumunu doğrudan etkileyebilecek başka bir dava (örneğin tapu iptal davası) varken, o davanın sonucunu beklemeden ortaklığın giderilmesine karar verilmesi.
- Çelişkili Karar: Hâkimin duruşma sonunda açıkladığı kısa karar ile sonradan yazdığı gerekçeli karar arasında çelişiler bulunması, kararın infazını imkânsız hale getireceği için bozma sebebidir.
Bu ve benzeri onlarca usul hatası, yıllarca süren emek ve masrafın boşa gitmesine neden olabilir.
Sonuç: Bilgi, En Güçlü Mirastır
Görüldüğü gibi, dededen kalan bir tarlanın paylaşımı, aile içi ilişkilerden çok daha fazlasını, son derece teknik ve detaylı hukuk kurallarını içerir. Tüm mirasçıların eksiksiz davaya dahil edilmesi zorunluluğundan, “evi yapan” ile “arsa sahibi” arasındaki ince ayrıma; yazılı olmayan anlaşmaların ispat zorluğundan, gelir getiren mülklerdeki özel kurallara kadar her bir detay, sürecin seyrini tamamen değiştirebilir. Bu kuralları bilmek, sizi yalnızca yıllar sürecek bir davadan korumakla kalmaz, aynı zamanda haklarınızı daha bilinçli bir şekilde yönetmenizi sağlar.
Peki, ailenizin ortak mülküyle ilgili bu kuralları bilmek, gelecekte yaşanabilecek bir anlaşmazlığı dostane bir çözüme kavuşturmanıza yardımcı olabilir mi?